29 Kasım 2017 Çarşamba

Süper Dadının Süper Yöntemleri Gerçekten İşe Yarıyor Mu?

Geçtiğimiz hafta sosyal medyada dolaşan bir video üzerine bu yazıyı yazmaya karar verdim. Videoda “Süper Dadı” isimli programdan bir kesit vardı. Program yayından kalktı ama programın bölümleri sosyal medyada dolaşımda. Süper dadı çocuklarıyla sorun yaşayan çaresiz ailelerin sorunlarına 4-5 gün içinde çare bulan, uyumayan, sinirli, kavgacı, söz dinlemeyen, yemek yemeyen, kurallara uymayan çocukları muma çeviren! hakikaten süper birisi. Videoda 8 yaşındaki B’nın kardeşini nasıl dövdüğünü izliyorum önce. Neden kardeşini dövmesine izin vererek bir de bunu kameraya aldıklarına anlam veremiyorum önce. Sonra babası B’nın okulda her gün 3 çocuk dövdüğünü anlatıyor. Öfke krizi nedeniyle yaka paça, yerlerde yuvarlanarak mola paspasına götürüldüğünü görüyoruz sonra. Çok bilimsel bir şekilde “B, 8 yaşında olduğu için mola paspasında 8 dakika duracak” açıklamasını yapıyor dış ses. B, molada gırtlağından korkunç sesler çıkartıyor, hırlıyor, kapana kısılmış, korkmuş bir canlı ne yaparsa onları yapıyor.

Süper Dadı programının en büyük sorunu öncelikle çocuğun bu şekilde teşhir edilmesi, yaftalanması, kamera önünde olumsuz davranışlarının rol yapar gibi tekrar ettirilmesi, çocuğun haklarının hiçe sayılması. Şu anda dolaşımdaki video sanırım 3 yıl öncesine ait, B büyüdü, belki bu davranışları ortadan kalktı ama şu anda videosu internette her yerde, insanlar onunla alay ediyor, “Prezervatif reklamı, exorcist, terminatör çocuk” gibi korkunç lakaplar takıyor “dayak cennetten çıkma sözünün kanıtı, ben olsam döverim” gibi incitici, kaba yorumlarda bulunuyorlar. B’nın bugünlerdeki ruh halinin hiç iyi olmadığına şüphe yok. Anne-babalar bu programa katılmanın çocuklarını gelecekte nasıl etkileyeceğini düşünemedi sanırım. Alay edileceklerini, bu görüntülerin yetişkin olduklarında bile karşılarına çıkacağını, onları utandıracağını vb. Bu yorumları yazan sosyal medya canavarlarının da durup karşılarındakinin bir insan olduğunu düşünmemeleri o kadar acı ki.

Programın diğer olumsuz yönü ise uyguladığı ödül-ceza yöntemi. B’nın annesine çocuk mola paspasında kıvranırken “Göz temasını kes” diyen pedagogun katılığı şaşırtıcı. Programın başka bazı bölümlerinde bebeklere nasıl uyku eğitimi verildiğini içim acıyarak izledim. Lütfen bebeğine “Uyku Eğitimi”  vermeyi düşünenler önce Nilüfer Devecigil’in şu yazısını okusun: Uyku Eğitiminin Zararları

Asla unutmamalıyız,  “Beyin ilişki ile gelişir”. Disipline etmek için ilişkiyi kesmek çocuğu yaralar, anne-babasının kendini koşullu olarak (Onların dediğini yaparsa) sevdiğini düşünür.

Mola paspasında çırpınan B’nın eninde sonunda direnci kırılır ve anne-babanın dediğini yapmaya başlar. Ama çocuklarımız için gerçekten istediğimiz bu mu? Bedeli ne olursa olsun sözümüzden çıkmasın, her dediğimizi yapsın, kurallarımıza uysun mu? Ödül-ceza yöntemi üzerine düşünmek isterseniz Özgür Bolat’ın yazılarını ve “Beni Ödülle Cezalandırma” kitabını öneririm.

Süper Dadının verdiği olumlu öneriler de var. Evde düzen olması, uyku ve yemek saatinin belirlenmesi, çocuklar ile vakit geçirilmesi, oyun oynanması vb. Ancak olumsuz davranışların nedenini hiç düşünmeden sadece davranışa ve onu ortadan kaldırmaya odaklanmak çocuğa yapılan bir haksızlık. B gibi sorunlar yaşayan bir çocuğun uzman desteği alması (Özellikle oyun terapisi çok faydalı olacaktır), anne babanın çocuğa nasıl davranmaları gerektiğini öğrenerek uzman ile işbirliği yapması her şeyi değiştirir. Ancak bu programdaki gibi sorunlar 5 günde çözülmez. 8 yıllık bir geçmişin yaraları da 5 seansta düzelmez. Sabırlı olmak, çocuklarda doğal olarak var olan iyileşme ve iyiye yönelme dürtülerine güvenmek, en önemlisi de sevgimizi olabildiğince onlara göstermek anahtarımız.

Peki B neden böyle davranıyor? Programın tamamını izleyince taşlar yerine oturdu.

B yeni doğmuşken annesine kanser teşhisi konulmuş.  Anne tedaviye başlamış. Bebek doğduğu andan itibaren ilişki içinde büyür ve öğrenir. Beyin, kendini organize edebilmek için ilişkiye ihtiyaç duyar. Bebek, kendini dengelemeyi, sakinleştirebilmeyi anneden öğrenir. Annenin bebek her stres yaşadığında onunla ilişki içinde olması, sarılması, dokunması, sakin bir ses tonuyla  “Şşşşş, ben buradayım vb. sözler söylemesi ya da mırıldanması bebeğin sakinleşmesini ve “Bu dünya güvenilir bir yer” algısını oluşturmasını sağlar. Zamanla çocuk içselleştirdiği annesinin sesi sayesinde zorlayıcı olaylarda kendi kendini sakinleştirmeyi öğrenir. Ama kanser tedavisi gören, yaşamak için mücadele veren, kendi travması ile boğuşan annenin bebeğine odaklanması, onunla “an” da kalabilmesi, ona ihtiyacı olan yoğun ilgiyi, şefkati gösterebilmesi çok zor. Annenin zihni sakin değil ki bebeğini sakinleştirebilsin.

Anne tedavi oluyor ve iyileşiyor. Sonrasında kardeşe lösemi teşhisi konuyor. Aile için ikinci bir travma. B’nın evde ikinci planda kalması kaçınılmaz çünkü kardeşi hayatta tutabilmek doğal olarak ailenin önceliği. B ihtiyacı olan sevgiyi bir türlü göremiyor anne-babasından. Bunun yanında anne çok sinirli, öfkeli. Anne-baba disiplin konusunda tutarsız davranışlar sergiliyorlar. Annenin “hayır” dediğine baba “evet” diyor. Kardeşin her dediğini yapıyor, onun üzerine titriyorlar, kardeş de anne-babanın bu hassasiyetinin farkında. Anne çocukların her dediğini yaptığını söylüyor ama çocukların kendilerini güvende hissedebilmek için sınırlara, kurallara da ihtiyaç duyduğunun farkında değil.

B’nın iyi yönleri sorulduğunda baba “hiç iyi yönü yok” dedi, anne ise “sadece teşekkür etmesi” dedi, bir çocuk için ne kadar acı. Oysa anne baba olarak en önemli görevimiz, çocuğumuza “Seni sadece var olduğun için, sen olduğun için seviyorum. Sen, sen olduğun için değerlisin” diyebilmek ve çocuğun “ben değerliyim, ben seviliyorum” düşüncesini içselleştirmesini sağlamak. Özsaygıyı geliştiren de anne-babanın çocuğa böyle yaklaşması. Anne-baba çocuklarının olumsuz davranışlarına o kadar odaklanmış ki, çocuk sadece yaramazlık yaptığında fark ediliyor. Çocuklar eğer anne-babalarından ilgiyi olumlu davranışları ile göremezlerse geriye tek seçenek kalır, “yaramazlık” dediğimiz şey. Bir insan için en kötü şey varlığının fark edilmemesi, görülmemek. Çocuklar bu duygudan kurtulmak için dayak yemeye bile razı olur, taşkın davranışlarda bulunur, yeter ki görülsün. B de evde kardeşini, okulda da önüne çıkanı döverek ilgi görmeye çalışıyor.

Sakin bir çocuk için sakin anne-baba ve sakin bir ev ortamının yanında gerekli başka şeyler de var. Düzenli beslenme, işlenmiş gıdalardan uzak durma ve iyi uyku gibi. Gördüğümüz kadarıyla evde yemek düzeni yok, küçük kardeşi anne yediriyor, B gece saat 2-3 ten önce uyumuyor. Sabah da uykusunu alamamış bir şekilde kalkarak okula gidiyor. Uzun süre bu şekilde uykusuz kalan bir çocuğun sakin, mutlu, huzurlu, öğrenmeye açık olmasını beklememiz mümkün değil.

Bunların tümü B’nın olumsuz davranışlarının nedenlerinden ama tümü de düzeltilebilecek şeyler. Anne-baba B’ya bugüne kadar yeterince göremediği ilgi ve sevgiyi vermeye başlarsa, onunla eğlenir, oyun oynar, zaman geçirir, sohbet eder, dertlerini dinlerse ve bunu düzenli olarak her gün yaparsa değişikliklere kendileri de şaşacaktır. Tutarlı ve sakin davranırlarsa, istemedikleri bir davranışta bulunduğunda önce B’nın neden böyle davrandığını anlamaya çalışırlarsa, ona duygularını tanıması ve anlaması için destek olur, öfkesi ile nasıl baş edeceğini öğretirlerse (Tabi kendileri de duygularını tanımayı ve kontrol etmeyi öğrenmeliler), iki kardeş arasında ayrım yapmayıp her birine ayrı ayrı ne kadar özel olduklarını hissettirirlerse, evde düzen oluşturur (yemek, yatma saati vb.), ritüeller geliştirir (Çarşambaları oyun günü, her gün 15 dakika ailece sohbet saati, Pazarları makarna günü vb.), aile olmanın keyfini yaşarlarsa yaşadıkları sorunlar azalır. Ama bunları yaparken çocuğun bir birey olduğunu, saygı görmeyi hak ettiğini, zorlamalar, dayatmalar, cezalar ile davranış değişikliği sağlamaya çalışmanın çocukta derin ruhsal yaralar bırakacağını unutmamalılar tabi ki.

B ve ailesinin hikayesi üzerinden çocuk gelişimi ile ilgili bazı öneriler vermeye çalıştım, sevgi dolu, çocuklarınızla bol kucaklaşmalı ve kahkahalı günler dilerim.

Mine Kilitci, 2017.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder